En Sıcak Konular

Bir Yol Hikayesi

30 Ağustos 2017 18:36 tsi
Bir Yol Hikayesi Bir Yol Hikayesi

BİR YOL HİKAYESİ

25 Ağustos Cuma ��" 29 Agustos Salı

Her şey yurt dışında yaşayan Can koldaşımızın, Türkiye ye geldiğim de;  Bekir abi benimle birkaç şehirde, birkaç büyümüzün makamlarını ziyaret edelim mi teklifi ile başladı.

Perşembe günü vatana gelen kardeşimiz. İlk önce, ertesi sabah Cuma sabah namazın da Eyüp sultan hazretlerini ziyaret eder. Ardından,  Fatih cami ve Fatih Sultan Mehmet Han türbesini ve çevrede ki birkaç ziyaretgahı sırası ile ziyaret eder. Ziyaret ve özel işlerini hallettikten sonra beni arar. Bende kendisini Beykoz da beklediğimi söyledim. Verdiğim adrese geldiğin de Beykozlu kalperenlerle hasret giderip, bir süre cay eşliğin de sohbet ettik. Ardın dan müsaade isteyerek, kalktık.


Öncesin de gezi için kendimize küçük bir sırt çantası hazırlamıştık. Çantalarımızı araca yerleştirp yola koyulduk. İstanbul da birlikte ilk Yuşa a.s. ın makamını ziyaret edip dualar ettik.


Yuşa a.s. makamına gitmek için yola koyulduk. Yolda, üç genç lise çağların da akşam ezanı sıralarında karanlık ta yol kıyısın da önümüzde ki araçlara el uzatarak oto stop çekiyorlardı. Can, abi şu çocukları alalım dedi. Durduk üç genci araca aldık ve sohbete başladık. Gençler Sarıyer de oturduklarını Eminönü ne alış verişe gittiklerini ve yanlış vapura bindiklerini söylediler. Anadolu kavağından, karşıya geçebileceklerini söylediler. Yanılmıyorsam biri Diyarbakırlı biri Mersinli, Biri de ya Kastamonu yada Sivaslı olduklarını okuduklarını söylediler.


Onlar, bize gittiğiniz kadar bizi götürün abi dediler bizde tam nereye gidiyorsa onları bırakmayı teklif ettik. Bir ihtiyacınız varmı, paranız varmı gibi onlara soru sorup yardım teklif ettik. Bir eksiklerinin olmadığını belirterek onları Anadolu Kavağı vapur iskelesine kadar götürdük. Gençleri bıraktıktan sonra Yuşa a.s. makamına geri dönüp akşam namazımızı eda edip, mübareği makamın da ziyaret edip, dualar ettik. Dualarımız da, başta sultanımız olmak üzere tüm koldaşlarımızı andık ve selamlarınızı ilettik. Bu bundan sonra uğradığımız her makam da aynı ile devam etti.
Ardın dan şairin dediği gibi; “Sana dün bir tepeden baktım aziz İstanbul” (Yahya Kemal Beyatlı) dizelerini o güzel Yuşa tepesinden boğazı izledik.


Akabinde yola koyulduk. Bayram tatili de başladığı için yolların kalabalık olabileceğini düşünerek biraz geç yola koyulduk. İlk önce, Can koldaşımızın, Mudanya da ki, kardeşine uğramak oldu. Gecenin geç saatin de Mudanya ya ulaştık yaklaşık iki saat sohbet ettik. Ardın dan müsaade isteyip yola çıktık.


Yola koyulmadan bir plan yapmamıştık. Yol bizi nereye götürürse, gidecektik. Lakin başta üç hedefimiz vardı. Hacı Bektaş Veli, Ankar ve Konya


Bildiğimiz tek plan bu idi. Mudanya dan yola çıktık. Gece hayli ilerlemişti. Yolda gördüğümüz ilk, kahverengi tabela da “ERTUĞRUL GAZİ” yazıyordu. Can dedim; girelim. Oda onay vererek o yola saptık. Can, ilk ALP, asker, devlet adamı türbesi ile başlıyoruz dedim. Bilmiyorduk ki sonuncu da aynı şekilde Alp ve Gazi türbesi ile bitecekti.


Sabah namaz vaktinin girme sıraların da türbeye ulaştık. Türbe kapalıydı. Lakin biz dualarımızı edip çevre de biraz dolaştık. Çok güzel, yeşil, bir tepe de Alp dedemizin türbesi ferah ve insana huzur veren, tertemiz bir yerdi. Türbenin yanın da Ertuğrul atamın eşinin ve oğlunun kabirleri de mevcuttu. Yine dualarla türbeden ayrılırken sabah ezanı okunuyordu. Az ilerde çok güzel şirin bir cami de sabah namazımızı cemaatle eda eyledik. Öğrendik ki camiyi cennet mekan, Sultan Abdülhamit Han hazretleri yaptırmış. Caminin hocası bizimle ilgilendi ve bize, bazı bilgiler verdi oralar hakkın da. O şirin güzel kasabamız da sabah çorbalarımızı içip yola koyulduk.
Henüz yola çıkmıştık ki ilerde araçlara el uzatan birini gördük ve durduk. Durduğumuz da yolcumuzun bir polis memuru olduğunu gördük. Selam kelam faslı ile tanışarak, konuşmaya başladık. Sivrihisar’a gittiğini ve Diyarbakırlı olduğunu belirtti. Derken onu da görev yeri olan karakoluna kadar götürüp bıraktık. Bıraktığımız yerde, Dedem Nasrettin Hocam, meşhur eşeğine binmiş vaziyette, lakin bu sefer eşeğe ters değil. Düz binmiş ve alt tarafın da şöyle bir yazı; “Burası dünyanın merkezidir.” Yazıyor. Hemen durduk ve resim çektirip, Zübeyir abiyi aradık. Fotoları ona gönderip, Dedim ki, bil bakalım nerdeyiz. Büyük dedenin yanındayız dedik. Biraz şakalaşıp yola revan olduk.


Biraz ilerde yine bir kahverengi tabela ve tabela da YUNUS EMRE yazıyordu. Direksiyonu o yöne kırıp devam ediyorduk ki; İlerde bir kişi el etti. Yine durduk ve tanışarak yola koyulduk. Adının, Mahmut olduğunu, Urfa dan ailesi ile gelip burada mevsimlik işçi olarak, soğan hasadı yaptığını söyledi. Karakeçili olduğunu anlattı ve onu da tam çadırına kadar götürdük.


Oradan şirin bir kasabanın içine girdik. Yunus Emre’mizin çok temiz düzenli makamını ziyaret edip dua, namaz ederek çevreyi gezdik. Hemen yakın da bir mezarlık. Mezarlık çok eski olduğu belli, şöyle ki, mezar taşları dikme taşlardan yazısı işçiliksiz sıradan taşlardı. Orada da geçmişlerimizi yad eyledik. Yan tarafta bir Türkmen obası kurulmuş gösteri amaçlı orayı ziyaret edip fotolar çektirdik.


Ardın dan o şirin kasaba merkezine gidip ora halkı ile bir çay içip müsaade isteyip yola koyulduk. Tabi aramız da yol boyu sohbetler ediyoruz. Sohbetler de işaretlere dikkat etmemiz gerektiğini üstüne basa basa belirtiyoruz ve her seferinde 16 sayısını bir şekilde görüyoruz. Mutlu oluyoruz. Her aldığımız yolcuların isimleri büyüklerimizin güzel isimleri ile aynı olunca çok mutlu oluyoruz.


Yunus Emre hazretlerinden direkt Ankara ya geçmek için yola koyuluyoruz. Can, çok dikkatli ve hiçbir şey kaçırmıyor. Yolcularımızın çoğunu ve kahverengi tabelaların bir çoğunu onun dikkati sayesinde bulduk.


Ankara ya girerken Erol abimizi aradık. Eğer, Ankara da ise bir uğrayıp, kendilerini görmeden gitmek istemedik. Lakin, Erol abimiz, bayram ve sılayı rahim için aile büyüklerinin yanın da olduğunu belirtti. Bizde kendisine iyi dileklerimizi, selamlarımızı sunarak telefondan da olsa bir büyüğümüzle görüşmenin mutluluğu ile yola devam ettik. Ankara ya, girerken bu sefer Ayşe Demet ablamızı aradık. O da bize katıldı ve sırası ile belirlediğimiz mekanlara doğru yola çıktık.


Henüz yola koyulmuştuk ki bir ama ab iyi aracımıza aldık ve gideceği yere kadar götürebileceğimizi teklif ettik lakin o üç ışık sonra ineceğini belirtti. Onu istediği durakta bırakıp yola koyulduk. Hedef Memlik köyü ve Münir Derman Hazretleri idi.
Mübareğin türbesine vardığımız da bizi kediler karşıladı. Onları sevdik. Onlar da bizi sevdi. Israrla ayaklarımıza uzun uzun gövdelerini sürdüler. Dualarımızı edip oradan ayrıldık.


Hacı Bayram Veli hazretlerinin makamına gittik. Aracı bırakıp şehrin merkezinde yürüyoruz. Trafik çok yoğun, insanlar çok. Derken yolun artasında bebek arabalı bir bayan yoldan karşıya geçemiyor. Anlara şoförleri de hiç yaya ya öncelik tanımıyor. Tanımayı bırak daha hızlı gidiyorlar sanki. Can hemen yola atladı. Ayşe abla ve ben kadının arcını kaldırımdan indirip can trafik polisi gibi yolun ortasında durup, sanki bir trafik polisi gibi çocuklu anneyi karşıya geçirdi. Bizde, Hacı Bayram Veli de öğlen namazını kılıp, türbe ziyaretimizi yaparak oradan ayrıldık.


Bu sefer rotamız, Hacı Ahmet Kayhan dede türbesi idi. Giderken yol çalışması bizi trafiğe soktu ve biraz zaman aldı. Bir yere saptık ve yemek yedik. Yemekten artanları Ayşe ablamız yine kağıtlara sardı. Tam yola çıktık ki; Bir köpek ve çok halsiz gibi, hemen Ayşe ablamız o artan yiyecekleri o hayvancağıza verdi. Ayşe ablayı bilenler bilir. Kedi, köpek ve hayvanları çok sever ve özellikle besler. Sağolsun. İyilik duvarına bir tuğla koyanlardan olur kendileri.


Selam olsun, iyilik duvarına bir tuğla koyanlara, selam olsun bizi iyilik duvarına sevk edenlere…


Ankara da ki bu üç makam, sanki Ankara’nın Koruma kalkanı gibi. Biri, bir başta diğeri bir başta. Ortada ana direk, Hacı Bayram Veli hazretleri…


Ayşe ablamızı evine bırakıp hemen oradan ayrıldık. Bu arada Konya da ki dostlarımız sürekli bizi arıyor. Bizde onlara bizi beklememelerini söyledik. Oraya değil Hacı Bektaş’a gidiyorduk. Aracımızı, Nevşehir’e çevirdik.


Akşam ezanı okunurken başkentimizden yola revan olduk. Bir benzinlikte durduk. Mescit var mı diye sorduk. Olmadığını fakat ilerde bayraklı bir yeri göstererek orada mescit olduğunu söyledi. Bizde oraya vardık. Bir hayırseverin yaptırdığı her tarafı bayraklı, güzel bir anıt ve mescit alanı, dinlenme yeri yapılmış.


Orada ki kitabede, Ömer Halis DEMİR, Fırat ÇAKIROĞLU ve Fethi SEKİN gibi şehitlerimizin isimlerini gördük. Ruhlarına Fatihalar okuyup yola koyulduk. Cuma akşam yola çıktık. Cumartesi Ankara daydık. Gece bizi Pazar gününe taşırken Hacı Bektaş Veli Hünkar’a doğru yol alıyorduk. Gecenin ilerleyen saatlerin de artık uyku bizi esir mi alıyordu, yoksa yeniyor muydu bilemem. Lakin, bize karşı bir zafer kazanmaması için bir caminin yanın da mola verip yatsı namazımızı eda ettik ve orada aracımızın için de yarım saat uyuyalım dedik. Dedikte, kalktığımız da neredeyse iki saat geçmişti. Üşümeseydik beklide daha geç kalkabilirdik. Araba da yatmak adamın her tarafını tutuyormuş. Her yerimizde bir ağrı yola koyulduk. Kaloriferi açınca ağrılarımız kayıp oldu.


Gece iki bucuk gibi Hünkar Hacı Bektaş’a vardık. Her yer kapalı kimseler yok. Türbeye gitmek için hareket ettiğimiz de bir sürü köpek bize doğru havlayarak üzerimize geldi. Orada bir motel vardı. Sanki bizi oraya soktular. O kapı dan içeri girince sustular. Bizde bir oda tutup, eşyalarımızı almak için, aracımıza gittik. Lakin bu sefer köpekler huysuzluk yapmadı. Motele girdik. Bir duş alıp, uyuduk sabah kalktık türbeye gittik. Akşam ki, köpeklerin davranışını, Can, şöyle değerlendirdi. Abi bize, Hünkar, gidin temizlenin gelin dedi sanki dedi. Bende, eyvallah dedim.


Türbe alanı çok güzeldi üç bölmeden oluşuyordu ilk girişte büyük bir alan, ikinci girişte bir avlu, avlunun ortasında büyük bir havuz, Girişin sağın da aslanlı bir çeşme ve dergahın değişik işlerinin yapıldığı odalar ve mescit vardı.


Asıl türbe girişinden girerek Hünkar’a giderken genç bir dut ağacı görünce, meşhur dut ağacı sandım. Bir yaşlı teyze de ağacın yanındaydı. Ondan rica edip bir dut yaprağı istedim. Oda kırıp verdi. Ama ben şüphelendim bu iş bu kadar kolay olmaz dedim Çünkü, daha önce giden dostlar çok zor şartlarda yaprak aldıklarını söylemişti. Meğer ben dutu görünce, yağrağa odaklandığımız için düşünmeden o ilk ağacı, meşhur yanık dut sandım.


İçeri girdik. Oranın insanları, işine gücüne başlamadan her zaman türbeyi ziyaret edip dualar ediyorlar. Çok göz yaşı döken vardı. Bizim alışık olmadığımız şekilde ritüeller vardı ama her şeyden önce samimi ve duygu yüklü insanlardı. Selam olsun canlara…
İçerde, sekiz tane Horasan erenleri yan yana yatıyorlardı. Hünakarın hemen yanın da beni büyük bir sürpriz bekliyordu. Çepnileri ve Karadeniz’i, Türk ve Müslüman yapan bizim köyden birkaç saatte ulaşılan GÜVENÇ ABDAL makamı ile karşılaştım. Hala dergahı, Gümüşhane ilimize bağlı Kürtün ilçesin de. Burası Trabzon, Giresun, Gümüşhane üçgeninde olup her üç ile çok yakındır. Orada bir hemşehri bulmuş gibi çok mutlu oldum. Hacı Bektaş Veli ile Güvenç Abdal’ın bağının olması beni daha da mutlu etti. Her iki büyüğün kabirlerinden çıkıp, gidecekken; Can, meşhur, yanık dut ağacını gösterdi. Balım Sultan türbesi girişinde, aynen anlatılan gibi yarı yanık, yarı yeşil dut ağacı karşımızdaydı. Desteklerle desteklenen dalları ile muazzam görünüyordu. Başında resmi görevliler vardı. Her kes ağaçtan meyve alma derdinde idi. Hele çocuklar ağlıyordu, dutları görünce herkes bir ara dağıldı. O vakte kadar kimse dut alamadı. Sadece Can ve ben varken; tak diye bir ses ve Can’ın önüne ballı bir karadut düştü. Can, abi beraber yiyelim dedi. Bende o senin nasibin sen ye dedim. Can dut’ u yedi ve kanallarda bir, iki tane yaprak bulduk. Paylaşarak yedik. Diğer yaprakları da ocağımıza götürüp birini başkanımıza verdik.


Dua, sevgi ve saygı ile Hünkar’ın hediyesi, karadut yaprağını almanın sevinç’i ile o büyük kapıdan ayrıldık. Yola koyulduğumuz da, içimizde neşe ve coşkunluk vardı.


Bize göre hedef Konya idi. Önümüze çıkan bir kahverengi tabela bizi, Aksaray, Somuncu Baba yazısını görünce oraya yönlendirdi. Aksarayda Kılıç Arslan heykeli bizi karşıladı ve o güzel mekana ve makama girdik. Somuncu Baba türbesinde dualarımızı tamam ederek, oradan, Konya için yola çıktık.


Sonunda Konyalı kardeşlerimizle kucaklaştık. Kadir ve Kazım Kübilay kardeş, koldaşlarımız bizi karşıladı. İlk önce meşhur Konya etli ekmeğe daldık. Fedakarlık yaptık! Yaptım.


Ardından, Mevlana hazretlerine gittik. Çok kalabalık ve her tür insanın olduğu bir yer. Yerli, yabancı bir sürü insan türbe çok yoğun ve izdihamlı idi. Dualar ederek çıktık.


Ve her zaman görmek için can attığım, benim için, her zaman daha fazla sevgi duyduğum ŞEMS hazretlerine gitmek için can atıyordum. Yürüyerek devam ettik ve türbeye vardık. Daha avluda içime çok güzel hisler düştü ve bir şey beni sarmaladı. İçeri adım attık. İçeri si fazla kalabalık değildi. Neredeyse birkaç kişi vardı. Sadece bir kişi türbenin ayak yanında dua ediyordu. Lakin değişik biriydi. Uzun saçlı uzun sakallı değişik biriydi. Bizi kendine çekti. Bu arada ben koldaşlarıma diyorum ki; kısa kısa 5/10 dakikada hemen çıkalım ki, birkaç tane daha fazla yer görelim istiyorum.
Ama bunu ben diyorum, diyorum da öyle olmadığını çok kısa sürede anlayacaktım.
İçerde o uzun saçlı amcamız değişik bir şekilde dua ediyor. İnce bir tespih çekiyor ve elleri ile belli sayı ya da zaman da tespihli eli ile sağ elini öpüp gözüne götürüyordu. Ben fara tutulmuş çulluk gibi o kişiye kilitlendim. Hem dua ediyorum. Hem de o uzun saçlı abiye bakıyorum. Bir an göz göze geldik ve o anda tam kalbimin üstünden sanki elektrik yemiş gibi oldum. Bu ara da diğer koldaşlarda bir hal içine girmişler ve bizi izliyorlar. Can dedi ki, daha sonra abi, sizi izliyoruz acaip birbirinize kilitlendiniz dedi.


Ben acele aden ben, Kazım dedim. Dur dur. Burada bir şey var. Bekleyelim dedim. Uzun saçlı amca dışarı çıkarken. Can ona selam verip iletişime geçti. Adının daha sonra Kadir olduğunu öğrendiğimiz abi, bize dedi ki. B u gün kim gelecek diye, bu günkü, nasip kim diye bekliyorum dedi. Dün üç tane Hindistanlı vardı dedi. Gelin oturalım dedi. Türbenin yanın da çimlere oturduk.


Başladı kadir baba söze, isimlerimizi sordu sık sık ve anlamlarını sordu. Benim adım Kadir dedi. Kadir gecesi doğmuşum ismimle geldim dedi. Ben dedi kendi başıma iş yapmam dedi. Gel derler, gelirim dedi. Ben dedi suları takip ederim. Mesela Fıratın doğduğu ilk yere giderim. Döküldüğü yerlere giderim. Suları araştırırım dedi. Genelde sohbetler su üzerine oldu. İçimizden ne geçiyorsa onun ile alakalı sohbetler etti. Sohbeti tıpkı sultanımızın sohbetleri gibiydi. Erenler sofrasındandı. En azından uslup aynıydı.


Bu arada Kadir abinin gözleri hepimizin dikkatini çekti. Simsiyah çok güzeldi. Anlı çok berrak ve temiz ilgi çekiciydi. Bize döndü Her geceyi kadir. Her geleni Hızır bilin. Dedi. Söz bitince durdu ve size daha ne diyeyim dedi.


Kazımı bir yere gönderdi. Çay söyle dedi. Parasını verdirtmedi. Bakın dedi size Şems çay ısmarladı dedi. Durdu yine, size daha ne diyeyim dedi.


Hepimize sigara uzattı.can içmediğini söyledi ve aldı bir sigaradan bir şey olmaz dedi. Peygamberlerden, efendimizden, 4 büyük halifeden bahis etti. Durdu ve dedi ki ben Üveysiyim dedi. O arada bir meczup çocuk geldi ismin ne dedi. Veysel deyince, Kadir baba aha Veysel Karanı de geldi dedi.


Çantasın dan bir bileklik bir toka çıkardı. Can’ a verdi saçın uzun, bağalarsın dedi. Can tokayı bana uzattı. Ben de o senin nasibin dedim. Can’a verdiği bileklik Kayı tamgalı bir bileklik idi. Çantayı karıştırdı. Bir toka da bana uzattı. Öpüp alnımıza koyduk.


Bu arada en az üç saat geçti. Müsaade istedik. Dedi ki, ne olursa Allah yapar dedi. Kadere iman çok önemli dedi. Kader de ki duruşunuz, tarafınız önemli olan dedi. İkindi okundu ve biraz sonra kalktık. Bir su sebilinde iki çeşme iki bardak vardı. Birinden kendine doldurdu içti. Bardağı çalkalamadan doldurdu kazıma, kadire verdi. Bu arada diğer çeşmede biri su içti ve gitti Kadir baba o bardağı çalkaladı, temizledi doldurdu ve Can’a verdi. İlk çeşmeden son bardağı, bizim içtiğimiz bardağı yine doldurdu bana verdi. Hep beraber içip yola koyulduk.


Yolda giderken, Kazım’a döndü ve git bir soda al gel dedi. Yürüyoruz ve Kazım sodalarla geldi. Hem yürüdük hem içtik. Bu arada Kazım fotoğraf çekiyor, çektiği fotoğraf net çıkmıyor. Kadir baba, dedi. Net bir fotoğraf çekelim dedi. Kadir baba da, oğlum benim resmimi çekenlerin makinası bozuluyor dedi. Kazım çekmek isterken, çekme Kazım dedim. Çektiğimiz resmin birinde kocaman “Baki” yazısı, bazı sayılar toplamı 16. Can ile alakalı hikmetli bir söz gibi değişik işaretler gördük sonra.


Yolda devam ederken dizinin ağrıdığını ve su kaybı olduğunu söyledi. Can da yurt dışından gelirken böyle bir sipariş istendiğini ve iki tane fazla aldığını söyledi. Kadir baba, benim ilaçlarımı getir dedi. İki gündür onları beklediğini söyledi. Can ve Kadir Kubilay hocam, Kont-ya merkezde bıraktığımız araçlara gittiler. Bir saat sonra geldiler ve ilaçları kadir babaya verdik biraz daha oturduk ve bir süre sonra hadi kalkın gidin dedi. Bu arada 5/6 saat geçti. Oysa ben 5/10 dakikada gitmek için türbelere girmiştim!


Kadir baba bize iki türbe ismi daha verdi oralara uğrayın dedi. Bir ateşbaz veli türbesi diğeri Tavus baba türbesi Oralara da uğradık, lakin, Tavus baba türbesine gidemedik olduğu tepe çok kalabalıktı. Biraz uzaktan, o tarafı gören bir tepede akşam namazını eda ederek ona da, karşıdan karşıya dualar ettik.


Meram dan ayrılırken yolumuzu, Ladikli Ahmet ağa türbesine çevirip hareket ettik. Muhammet GENÇ koldaşımız oralı idi, onu aradık bizi karşıladı. Önce kabrin de ki makamını ziyaret edip dualar ettik. Ardından Ladikli Ahmet ağamızın, kaldığı ve sohbetlerini ettiği odasına çıktık. Orada da güzel hisler içindeydik. Torunu bizi karşıladı. Ayran, lokum ikram etti. Bize birer tane kitap hediye etti. Bazı anılar anlattı ve bir süre sonra Ladikli Ahmet ağa’nın Hızır a.s. ile açtığı kuyu ya gittik ve abdest alıp, su içtik.


Muhammet kardeşimiz bizi bir akrabasının alabalık tesisine götürdü. Yine fedakarlık yaptık. Orada gece ikiye kadar sohbet ettik. Tabi konu yine İzmir de yaşadıklarımızdı.
Orada muhabbet ederken sultanımızı aradık. Onun ile görüştük ve tüm kalperenlere çok selamları vardı. Birde şöyle dedi. “Bulunduğunuz yerler size emanet.” Bu söze istinaden her bir kalperenin görevi ve sorumluluğu daha da artıyor. Ayrıca sultanım çok dua edin dedi.


Gece çok ilerlediğinden Muhammet ile vedalaşıp, Kadir ve Kazımın daveti ile onlarda sabahlayıp, vedalaşarak güzel kardeşlerimizden ayrıldık. Hepsine ayrı ayrı teşekkür ediyorum. Sağ olun, var olun.


Konya dan çıkarken, Akşehir’e uğradık Nasrettin hocanın her tarafı açık, kapısından kocaman bir kilit olan türbesine uğradık. Ayrılırken bir amcayı aracımıza aldık. Otogara kadar bıraktık. Ettiği dualar hiçbir maddi bedel ile alınmaz. Tam hatırlamıyorum ama ya öncesin de ya sonrasında bir kardeşimizi daha aracımıza aldık.İşi ise enteresan, “soğuk demirciymiş!” adı da galiba Salih ti. O da bayram alış verişi için ilçeye iniyordu. Gideceği yere bırakıp biz yine yola revan olduk.


30 Ağustos zafer bayramı haftası içinde olduğumuz için, bir şehitliğe gidelim dedik ve rotamızı, Afyonkarahisar’a çevirdik. Dumlupınar şehitliğine uğradık. Çok duygulandık. Çok dualar ettik. Ruhları şad, mekanları cennet olsun…


Yol üzerinde birkaç şehitliğe daha uğrayarak Bursa’ya doğru devam ettik. Bu arada yolda biri el etti. Biraz ilerde zor durduk. Baktık sekiyor. Hasta ya da engelli sandık. Bekledik.


Araca binince, bel fıtığı ameliyatı olduğunu bankaya gittiğini bayram öncesi para çekeceğini söyledi. Bayburtlu imiş. Bize, ilk kelimemizden sonra, Trabzonlu musunuz dedi. Yok, ama çok yaklaştın dedim. Nerden anladın dedim. Konuşman dan dedi. Sohbet edip onu tam gideceği yere bıraktık. Bizi köyüne davet etti. Ne zaman buradan yolunuz geçerse uğrayın dedi.


Onu bıraktığımız yer de 16 Türk devletinin kurucularının heykellerinin olduğu bir meydan, solumuzda idi. Her heykelin arkasında o devletin bayrağı ve 17. Olarak, en önde, Atatürk ve Türk bayrağı şanlı şanlı dalgalanıyordu. Aynı şeye benzer bir durumda, Sivrihisar da Nasrettin Hocanın evinin olduğu köyde de vardı. 16 heykel yapılmış üstlerinde Bu günkü Türk bayrağı. Ortada Atatürk sol tarafta asker, komutan devlet adamlarımız. Sağ tarafta alimler, bilim, sanat adamlarının heykeli olan bir anıt vardı. Dağ başın da bir köy işte! O köyde bir amca bizi aracımız ile giderken durdu ve çantasın da taşıdığı yeni topladığı büyük siyah eriklerden bize ikram etti. Sağ olsun…
Yola doğru giderken, Murat Saburlu kardeşimiz ile telefon ile muhabbet ederken, bize dedi ki; Bursa ya Osman gazi türbesine gidin dedi. Nedeni ni sormadan söyledi. 30 ağustos yaklaşırken Yunan generalinin işgal günlerinde türbede yaptığı densizliği anlattı. O işgalci Yunan general’i atamız Osman gazinin türbesini tekmeleyerek; “Kalk Osman vatanını kurtar” gibi edepsiz kelimeler etmiş. Git bir dua edin bu özel günlerde dedi. Bizde emir telakki ederek, Bursa ya hareket ettik.


Bursa ya, yaklaşırken, Türker koldaşımı ve Ahmet koldaşımızı aradım sizi ayak üstü görelim kaçalım dedim. Dedim de yaklaşık altı saatte anca ayrıldık. Çok da güzel oldu. Ahmet her kesi aramış bütün Bursalı kalperenler elmiş. Önce Ulu cami de sonra Osman gazi türbesinde buluştuk. Hem Osman Gaziyi, hem de Orhan Gaziyi ziyaret ettik. Bu ara da Can, koldaşım yine bir dede buldu. Ayak üstü sohbet etti.


Ardında hep beraber yemek yedik. Bir çay bahçesin de çok güzel sohbet ettik. Sanki ocaktaymış gibiydik. Konu genelde İzmir olayları ve özel de her zaman ki gibi, sultan babamızdı.


Türker bey, eşi ve çocuklarıyla gelmişti. 15/20 gün önce bana Karabüklü koldaşlarımız var mı diye telefon etmişti. Çünkü yeğeni orada okul kazanmıştı bende, Salih, İlhan ve Can beyler Karabüklü ama Can, yurt dışın da demiştim. O da, bu görüşmeden sonra, eşine dönüp o, Can buraya gelecek demiş. Eşi de dünyanın bir ucun da ki adam buraya nasıl gelecek demiş.


Ben, onu, Can ile tanıştırınca, eşine dönüp, gördün mü diyerek gülüşüyorlardı. Bize de olayı anlatınca hem şaşırdık hem güldük. Kalkalım diyoruz. Başkanımız ocakta bizi bekliyor diyoruz. Koldaşlarımız, çay bitsin kalkarız diyorlar. Lakin, çay bitince yeni çay sipariş ediliyor. Tabi, muhabbet edilince çayın ne zaman geldiği, gelmediği fark edilmiyor. En sonun da gece 12:30  gibi zorda olsa kalkıyoruz. Kardeş, koldaşlarımız. Bizleri çok güzel ve hasretle ağırladılar. Var olsunlar.


Ayrılmadan önce, Bursa da, ATATÜRK heykeli önünde kalperen duruşu ile fotoğraf çektirdik.


Aracımıza bindiğimizde saat 01:00 e geliyordu. Saat 02:00 gibi derneğimize vardık. Başkanımız ve birkaç koldaşımız da bizleri bekliyordu. Onları beklettiğimiz için mahcup olmuştuk lakin Bursalı kardeşlerimizi de kıramadık. Başkanımız dan helallik istedik. Kendisi de bize hakkını helal eyledi. Memnun da oldu. Derneğimizde de sabah yakınına kadar oturduk. Ben müsaade istedim başkanımda beni Fatih Erdoğan kardeşim ile İstanbul’a yolculadı. Can ise ocakta kalıp oradan memleketine hareket edecekti.


Her şeyi ile dolu dolu bir güzel yolculuk yaptık. İnşallah maddi, manevi heybemizi doldurmuşuzdur. Gittiğimiz her yer de, başta sultanımız olmak üzere, tüm büyüklerimizi, kalperenleri anarak dualar ettik. Sizlerin selamlarını götürdük.

Bekir Öztürk

 


 



Bu haber 7,078 defa okundu.


Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.




    En Çok Okunan Haberler


    ON ALTI YILDIZ'da Ara Internet'te Ara  

    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    7,598 µs