En Sıcak Konular

Dilin İktidarı-İktidarın Dili lll

4 Ekim 2011 08:58 tsi
Dilin İktidarı-İktidarın Dili  lll Mustafa Everdi, Dil ile İktadar arasındaki ilişkiyi incelemeye devam ediyor.

                                                        DİLİN İKTİDARI-İKTİDARIN DİLİ III.
                                                                                   

                                                                            Mustafa EVERDİ                                           

Gökleri ve yeri yaratması, dillerinizin ve renklerinizin farklılığı Allah’ın ayetlerindendir. K.K. 30;32
                                  
Hint-Avrupa dillerinin akraba olduğu ilk ileri sürüldüğünde gülünç bulunmuştu. Hindistan’dan başlayıp Önasya üzerinden geçerek Batı Avrupa’ya kadar uzanan, sıradağlar, çöller, denizlerle engellenmiş ve çeşitli ırklara yerleşme yeri olan geniş coğrafi alanı göz önüne getirince böylesine bir akrabalığa inanmak gerçekten güçtür. Ancak bütün dillerin temel bir iskeleti vardır. Bu diller bu temel iskelete uyuyordu. “Baba” kelimesine bakınca Almanca “vater”, İngilizce “Father”, Fransızca “Pere”, İspanyolca “Padre” Latince “Pater” Grekçe “Pater” eski İrlanda dilinde “Ehtir”, Gotça “Fadar” eski Hintçe “Pita” Toharca “Pacar” ve Farsça “Peder”. Dillerdeki değişimler örnek seslilerin ve eklerin değişimlerinin belli kanunları vardır.[1]

Bütün bu coğrafyanın üzerindeki Hint-Aryan dillerinin farklılaşmasını görünce Türkçe’nin gücünü birden idrak edersiniz. Türkik toplulukların akraba dilleri farklılıklar gösterebilir. Ancak bakıldığında hepsi temel bir dil kanununa tabiidir. Gerçi Türkmence, Özbekçe, Azerice, Tatarca, Kazakca, Kırgızca gibi akraba diller arasında da farklılıklar vardır ama Hint-Aryan dilleri kadar değildir.

Hindistan’dan Avrupa’ya yüzlerce dili üreten bu coğrafyadan daha büyük bir alanı gezinen Türklerin dili Türkçe, temel ilkelerde aynı kalmıştır. Çin’den, Macaristan’a bütün o coğrafyayı göz önüne aldığınızda Türkçe’nin Bilge Kağan taş anıt dilini anlamak bile bugün için mümkündür. Çünkü Türkçe’nin bir dili vardır ancak alfabesi yoktur. Bu bir eksiklik gibi görülebilir. Ancak her türlü alfabe ile kendisini hayatta ve canlı tutması ancak söze yüklenen bir millet olmasıyla sağlanmıştır. Yazının okunması dar bir okumuşlar arasında süregelen bir üstünlüktür. Bu yüzden bilgi birikimi gereken denizlerde yol almak Türkler için sorun olurken, sahip oldukları atlarla karalarda uzun mesafeler katetmiş, Ortaasyadan Avrupa içlerine, İtalya’ya kadar varıp dayanmışlardır. Bu nedenle de denizlerde başarıyı ancak Osmanlılarda görebiliyoruz.
Konuşmak hemen herkesin yaptığı bir eylemdir Ana dil bebeklikten ölüme kadar bir milletin bütün bireylerinin sürdürdüğü bir  ifade tarzıdır. Türkçe bir milletin hücrelerine kadar sinmiş ve kendisini ifade ederken genlerinde taşıdığı değerleri dili ile de gelecek nesillere aktarıp durmuştur.

Latince binlerce yıldır eğitim dili olduğu halde  bugün konuşan bir millet yoktur, canlı bir dil değildir. Türkçe Çin, Hint, Fars, Arap,  Bizans, Batı medeniyetleri ile karşılaşmış ancak canlılığını ve hayatiyetini sürdürmüştür/sürdürmektedir. Bu süreçte 300 yıla yakın yöneticiler Farsça’yı resmî yazışma dili yapmasına rağmen Türkçe’yi ayakta tutmak gezilen bütün bu coğrafyaya baktığınızda tam bir mucize gibi görünür. Bu mucize, Türklerin “yazan” değil konuşan bir millet olmasıyla mümkün olmuştur. Dilin iskeleti her bireyin konuşması ile ayakta kalabilmiş, devredilip durmuştur.

            1071 Malazgirt’le Anadolu’ya giren Türkler aradan 100 yıl geçtiğinde Anadolu’ya Türkmenya denmesini ve bütün bu coğrafyada Türkçe konuşulmasını sağlayan bir mucize göstermişlerdir. Bu sürecin Türkçe’nin iktidar dili olması ile sağlandığını tek başına ileri süremeyiz. Yönetici olmalarının, kurdukları Türk devletlerinin bir iktidar dilini nasıl yaşattığı elbette inkar edilemez. Ancak görülen bu üstünlük aynı zamanda dilin iktidarıdır. Sözün gücü bir milletin bütün bu coğrafyalarda kaybolmasını önlemiş, iktidara taşımış ve kendisini üreterek tek başına canlı bir varlık olarak kalmasını sağlamıştır.  Türkler gittikleri ülkelere öylesine güçlü geliyorlar ki yayılmalarına karşı çıkmayı kimse göze alamıyor. Siyasal açıdan büyük yetenek sahibi oldukları için de çiğneyip geçtikleri ulusları köle yapmıyorlar, aksine onları bir sadakat ilişkisi içinde kurdukları devletlerde yönetici/yardımcı kılmayı başarıyorlar. Başka hiçbir dilde “başıbozuk” yoktur; bu Türklerin bir başa bağlanmayı, yönetimi ve birliğin sağladığı gücün müthiş farkında olduklarını gösteren bir kelimedir.

Türkçe Hami, Sami, Hint-Aryan dillerinden farklıdır. Sadece Fin-Ogur dilleri ile bir akrabalık bulunmuştur. Hatta ABD’de Kızılderililerle üç yüz kelimeyi bulan ortak sözcükler tespit edilmiştir. Üstelik bunların tamlama, birleşik kelime olanları “Akkoca”, gibi “çapul­tepe” gibi aradan geçen onbinlerce yıla rağmen Türkçe’nin gücünü; yani dilin iktidarını ortaya koyan bir delildir.

Konuşma, okumak gibi değildir. Yazı bir sesi, anlamı anlatır. Konuşma jest, mimik, hikaye anlatma, duygu düşünce heyecan bütün insanî özellikleri içerir ve bu yolla dilini öğrenen bütün bir milletin karakterini annesiyle içselleştirir. Ana dili dişildir ama fetheden, kazanan, gönül yapan bir dildir. Annemizden farkında olmadan bir dilin gramerini öğrenmeyiz sadece, bir milletin duyuş, düşünüş, hayatı algılayış biçimini de alırız.

Bu nedenle Türkler büyümeyen çocuklar gibidir. Hile, tuzak, entrika öğrenemez ve bunu yapanı da anlayamaz. Bu hasleti ile paralı asker geldiği Ortadoğu’da İslam’ın bayraktarlığına yükselen bir konuma ulaşmıştır. Bu misyon bugün daha çok kendini göstermektedir.

“Türk, Türkçe konuşandır.  Buna karşılık göçebe Bulgar Türk toplulukları tamamen Slavlaşmış, Türkçe konuşanlar dünyasından kesinlikle çıkmış ve Türk dünyasının bunlarla bir ilgisi kalmamıştır:aldatıcı görünümlere karşın, yegane ölçüt hep dil olmuştur.”[2] Türkçe olabilecek en eski sözcük Tengri milattan önce ancak III. yüzyılda karşımıza çıkıyor. Aynı zamanda hem gökyüzünü hem de ulu Tanrı’yı simgeleyen bu kelime Türk ve Moğol dillerinin ortak sözcüğüdür.
“Türkçedeki dilbilimsel yapı Türk karakterinin temel özelliklerini, onun ayrıntıdan esasa giden zihin yöntemini, mantığını, bireşim, kesinlik, düzenlilik, belirli ve değişmez kurallara düşkünlük, uyum ve denge eğilimini ortaya koymayı sağlar. Dilin tutuculuğu, o dili konuşanın tutuculuğuyla örtüşür.”[3] Öyleki Kibarlık Budalası’nda Molier, “ Şu Türkçe ne hayran  kalınacak bir dil, der az sözcükle çok şey söyler!” “Kaynana, bahar güneşi gelinime, güz güneşi kızıma” dermiş. Azm ile sürten tahtayı deler. Bu atasözlerinin anlattığını ifade etme gücüne sahip yeryüzünde bir başka dil var mı acaba?

Dilin iktidarı sadece az kelimeyle çok şey anlatmakla sınırlandırılamaz elbette. İlahi olan özüne gelince Arapça tekbir Allah’ın birliğini ifade eder; Türkçe’de tek-bir aynı anlamı içerir. Hem tektir hem birdir. Herhalde Allah’tan başkası olamaz. Kıyamet;  Türkçe’de kıyam-et emriyle insanın ayağa kalkmasını anlatır. Bir emir ve ilahî emri yerine getirmeye hazır bir inanışın dile sinen bir gücü vardır.

 Tek sayılar erildir ve çift sayılar dişildir. Kur’an’ın (tıpkı) Tevrat gibi b harfiyle, yani bismillah… sözüyle başlaması ayetlerini anlayanlara açıklayıcı görünmüştür. B harfinin sayısal değeri 2, yaratılmış her şeye içkin ikiliğe işaret eder, buna karşılık alfabenin ilk harfi elif’in sayısal değeri olan 1, Bir’in ve Tek Tanrı’nın şifresidir.

Çünkü “yaradılış, Yaradan ve yaratılan ikiliğini gerektirmektedir; ayrıca mekan ve dizisel zamanın ancak yaratma eylemiyle varlık alanına gelmesi gibi, Tanrı da, kendisini gece ve gündüzün değişmelerinde, nefes alıp vermelerde, kalb atışlarında, celal ve cemal sıfatlarının ardından gösterir.”[4] Eril olan tek ve bir; “kesrette vahdet bul” deyişinde olduğu gibi kullarının varlığı ile bilinmek istenmiştir.

Dil, ifade gücünü Tanrının birliğini anlatmak için zirveye çıkarmıştır. Ancak yine ilahi mesajlarını insan dili ile ifade etme yoluna başvurmasıyla Tanrı’yı bile lahûtî bir âlemden dünyevî bir zemine çekmeyi, böylece kutsal kitaplara ikinci harfle başlamayı tercih ettirmiştir. Dilin iktidarı böyle bir ihsandır.

 


[1] C.W.Ceram, Tanrıların Vatanı Anadolu, Remzi Kitabevi 8.basım mayıs 2011 İst. s.56
[2]  Jean-Paul Roux, Türklerin tarihi, Kabalcı Y. İst.2007, s.29
[3] a.g.e. s.37
[4] Tanrı’nın Yeryüzündeki İşaretleri, Annemaria Schimmel, Kabalcı Y. S.113

 

Mustafa Everdi'nin diğer yazıları için:

1- http://www.onaltiyildiz.com/haber.php?haber_id=861

2-http://www.onaltiyildiz.com/haber.php?haber_id=1025

 3-http://www.onaltiyildiz.com/haber.php?haber_id=1049



Bu haber 4,599 defa okundu.


Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.




    En Çok Okunan Haberler


    ON ALTI YILDIZ'da Ara Internet'te Ara  

    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    6,101 µs