En Sıcak Konular

İsrail, İnsanlığın Nihaî Ufku Değildir

23 Eylül 2011 11:19 tsi
İsrail, İnsanlığın Nihaî Ufku Değildir Türkler, tam anlamıyla insanlığın vicdanı olmaya hazırlanıyorlar!

İsrail, İnsanlığın Nihaî Ufku Değildir


Mustafa Everdi
 
“Varoş” yahudilerinin tecrit edildiği mahallerin adıdır. Yaşadıkları kente aidiyetleri olmasın diye tecrit edilmiş mahalleler içinde kalmaya zorlanıyor veya azınlık dayanışması ile kendi bölgelerini oluşturmayı tercih edebiliyorlardı. Dışarıya kapalı, cemaat hayatı içinde yaşadıkları hayat; bazen devletlerin bazen yaşadıkları ülkelerin halkından gelen tehditlerine muhatap olurlardı. Kıstırılmış hayatları, Kafka’nın eserlerinde anlattığı gibi kendi içlerinde sancılı bir hayatı getirirdi. Devlet, ülke mensubiyeti ve askerlik, ulusal güvenlik gibi yükümlülükleri olmayan yahudiler elbette varoluşu bir biçimde gerçekleştirmek isteyeceklerdi. Bulundukları ülkenin değer yargılarına bağlı olmayanların ufku sınırları zorlayan bir çizgiye uzanabilirdi. Değer yargısına sahip olmak, içinde yaşadığın ülkeye ait mensubiyetler insana bir güç verdiği kadar sınırlama ve yükümlülükler de getirirdi.

Bu sınırlamalardan kurtulan yahudiler tek tek sivrilmenin, kendini ifade etmenin bir yolunu yine de arayacaklardı. Bu ancak bireysel bir zirve tırmanışı olabilirdi. Yabancılaşma yahudileşme ile aynı anlamı taşıdığı devirler olmuştu. Yabancılaşma tecrit edilmenin bir sonucu olmaktan çok yahudilerin içinde bulundukları çevrenin değer yargılarına başkaldırmasının adıydı. Yahudi olmak bir kavram olarak entelektüel bir ayrışmaydı.

Yahudilerin bütün dünyası güç devşirmenin yollarını aramaktı. Bunun araçlarından biri nakit para biriktirmektir. Diğer bir yolu toplumları gerilime itmenin hedefine yoğunlaşmaktır. Kendisini hiçbir şeyin sınırlamadığı yahudi için sanat, düşünce ve “pazarlama” birbirine sarmalanmış bir kimlik bildirimiydi. Genelde kamusal görevlerden uzak tutuldukları için toplumlara ve dünya kamuoyuna sunacak meta bulmaları gerekiyordu. Bu moda, iletişim, basın-yayın alanı, reklam-pazarlama, eğlence ve sanat dünyasıdır. İçinde yaşadıkları çevrenin değer yargılarına duyarsız, hiçbir hakim medeniyete mensubiyet duygusu taşımayan, sorumsuz ve kendini güvenlikte hissetmeyenler için kendini gerçekleştirmenin yolu bireysel tatminler olabiliyordu.

Aynı zamanda iktidarları kuşatmanın, bir yerinde rol almanın uzmanıydılar. Emniyetlerini iktidarlara yakın durarak sağlayabilirlerdi. Muhalefeti destekleme lüksleri yoktu. Bu içinde yaşanılan şartların zorlayıcı bir çıkış yoluydu belki.

“..azınlıklar güvensiz bir durum içindedirler. Bu kaçınılmaz güvensizlik duygusunun yarattığı hayal kırıklığı, kimliğini gizlemeyen bir azınlıkta, kimliğini çoğunluğa karışarak değiştirmek isteyen bir azınlığa oranla, daha hafiftir. Bir dindar yahudi, serbest bir yahudiden daha az hayal kırıklığı içinde bulunur.”[1]

Güvenlik içinde olmayanın güç ve iktidar sahiplerine yaklaşması ve onların gücü ile kendisine güvenlik halesi oluşturmaya çalışması doğaldır. Doğal olmayan azınlık dayanışmasını sürdürmek için toplumları çürütücü değerlerin yayılmasına çaba göstermektir. “Nedendir bilinmez, iktidarın anahtarları onların (reklamcıların) ellerine teslim edilmiş. Onlar dünyanın merkezi! Siyasetçiler artık hiçbir şeyi kontrol etmiyorlar; yönetimde olan ekonomi. Marketing demokrasinin sapkınlığı; orkestrayı şef değil, şefi orkestra yönetiyor. Politikayı kamuoyu araştırmaları, reklamı testler belirliyor, radyolarda çalınan parçaları tüketici panelleri seçiyor, sinemalarda oynatılan filmlerin sonunu sneak preview’lar, (bir filmi tepki ölçmek amacıyla küçük bir izleyici kitlesine göstermek), televizyon programlarını reytingler belirliyor; bütün bu araştırmalar da, dünyadaki Alfred Duler’ler tarafından yönlendiriliyor Artık, Alfred Duler’ler dışında kimse sorumluluk taşımıyor. Alfred Duler’ler dizginleri ellerinde tutuyor ama hiçbir yere gitmiyorlar. Büyük birader sizi gözlemiyor, Büyük Birader sizi test ediyor”[2] Böylece Michel Foucault’un epistemik çöküş dediği “ akla gelmeyenin, yüreğe girmeyenin, ahlaka sığmayanın, sıradan olaylar olarak algılandığı ya da algılatıldığı onursuz bir hayatı yaşar insanlık.”[3] Dünya genelinde insanlığı çürütme milletler için metodolojik bir sürece dönüştürüldüğünde yahudi ırkının üstünlüğü gizli bir gerçekleştirme sağlamış olacaktır.

Kendini gerçekleştirmenin; toplumları çürütme süreci ile tek bir yol bulduğunu söylemek yahudilere haksızlık olur. “’Ben’, ancak ‘ben olmayanlarla’ ben olabilir. Benlik ancak kendini başkalarından veya başka şeylerden ayırt ettikçe varolabilir.”[4] Varoluş bir şekilde anlamlandırılacaksa bu ancak Dante, Kepler, Kafka, Darvin, Marks, Einstein, Canetti vb.’nin yaptığı şekilde de olabilirdi. “Kendilerini din bakımından yahudi, milliyet bakımından Rus sayan yazarlar zengin İbranice ve Rusça edebiyat ürünleri verdiler. 12. ve 13. yüzyıllarda Doğu Avrupa’da uç veren Yidiş edebiyatı,19. yüzyılın sonları ile 20. yüzyılın başlarında yeniden canlandı.”[5] Sanat-edebiyatta, düşüncede, bilimde öncüler ve uluslar arası değerler çıkarabiliyordu yahudiler. Yahudilere yer veren milletler, onları maddî olarak zenginleştirmeye amade iken yahudiler de dünyayı eserleriyle manen zenginleştirerek insanlığa borçlarını ödüyorlardı.

Dünya yahudiliği, İsrail kurulmadan önce edebiyatta, bilimde, siyasette büyük adamlar ve eserler çıkarıyordu. İsrail kurulduktan sonra ancak kof ve şişirilmiş, sahip oldukları medya gücü ile dayatılmış şöhretler çıkarabiliyor. Yahudiler artık insanlığı heyecanlandıran, kitleleri, milletleri peşinden sürükleyen eser ve düşüncelerle değil insanlığın yüzünü kızartan eylemlerle dünya gündemindedirler.

İsrail Devleti kurulunca hem İsrail’deki hem dünyadaki yahudilerin ufkunu bu devletin bekası sınırlamıştır. Artık Yahudiler Kafka, Darvin, Marks gibi adamlar yerine, Şaron, Cheney, Richard Perle, Abromovitz gibi adamlar çıkarıyorlar.

İsrail’in varkalma kaygısı, içinde bulunduğu düşman denizinin ortasında bir ada olduğu gerçeği karşısında anlaşılabilir, ancak bütün dünyada bu arada Türkiye yahudilerindeki bu sınırlanma nasıl aşılacaktır? İÖ 332 tarihinden beri bağımsız bir devlete sahip olamayan fakat bunun özlemini nesilden nesile tevarüs edilen bir ‘kızılelma’ olarak içlerinde taşıyan yahudiler, siyonizmin ulusal canlanma ve anayurda dönme yönünde geliştirdiği programla 1948 yılında İsrail devletinin kurulmasını gerçekleştirdiler. 1948-1967 yılına kadar sadece siyonistlerin bekası için çalıştığı İsrail, 6 gün savaşları ile kalıcı olacağı güvenini dünya yahudilerine verebilmiştir. Bu güven; dünya yahudilerinin tek ve vazgeçilmez sadakatlerini İsrail’e bağlamalarına ve ne pahasına olursa olsun desteklemelerine yol açmıştır.

“1967 savaşından sonra İsrail, Batı Yakası, Doğu Kudüs ve Gazze’yi işgal edince yerleşim merkezleri politikasını vakit geçirmeden uygulamaya başladı. Siyonist doktrine göre bu merkezler, işgal edilen topraklarda İsrail egemenliğini kökleştirmenin en etkin yolu idi.
(...)
1972’ye kadar Batı Yakası’nda, Doğu Kudüs’te ve Gazze’de az sayıda yerleşim merkezinde 8400 yahudi yaşamaktaydı. Bugün 157 merkezde 411.000 yahudi iskân edilmiş bulunuyor. Devamlı bir İsrail askeri mevcudiyeti olmaksızın yerleşim merkezlerindeki nüfusun güvenliği sağlanamaz.”[6]  Binlerce yıl bireysel bir varoluş süreci yaşayan yahudiler, asker millet olarak devlet için toplumsal bir sorumlulukla karşı karşıyadırlar. Devlet kurmak ve sürdürmek birkaç on yılda kazanılan milli bir haslet değildir. Hoşgörünün, adaletin, yönetilenlerin farklığına tahammül etmenin yöntemleri yahudilerin acı hatıralarının etkisi ile sürdürülemez. Türkler gibi Çin, Fars, Bizans, Arap-İslam, Batı medeniyeti ile karşılaşmanın ve kavimleri idare altında tutmanın kazandırdığı birikimle mümkün olabilir. Osmanlı’nın Kudüs yönetimi araştırıldığında bu incelikler bütün açıklığı ile görülebilir.

Sürekli bir gerilim içindeki İsraillilerle ve barışa öncelik vermeyen dünya yahudiliği İsrail’in varkalmasını birinci öncelik ve temel tercih haline getirmiştir. Yönetim şekli ve süren gerilime bakınca İsrail’in varkalma sorunundan vazgeçtik bundan böyle Yahudiler dünyada varlıklarını nasıl sürdürecekler?

Dünya yahudiliğinin bir devletleri var artık ancak hiçbir şeyleri kalmadı. Dünya yahudiliğinin ufku İsrail’le sınırlanmıştır. Bütün insanlığa karşı yaşatacakları bu devlet, insanlığı zenginleştirmiyor insanlığı test ediyor, küçültüyor. Binlerce yılın birikimi olan devlet kavramı, yahudiler için zulüm, işkence, tehcir, katliam, baskı ve bireyler için karabasan demekti. Bugün İsrail sadece Filistinlileri değil bütün insanlığı çaresiz bırakarak binlerce yılın intikamını alıyorlar. İnsanlık bir rol üstlenmese de Türkiye-İsrail gerilimi kutsal kitapların armageddonu olacaksa Yahudiler için çanlar çalıyor demektir. Türkler bütün milletlere bakış açısı ile Yahudileri sorun etmemiş, anti-semitik uygulamalara geçit vermemişse de çatışmanın sonu nereye varır belli olmaz. Sonunda yahudiler tekrar sürgüne kaçmaktan bir yol bulamayacak hale gelirlerse aklı başında yahudilerin bu tehlikeli geleceği idrak etmeleri gerekiyor. Belası gelen bir çatışmaya kapı açar. Kapattığı kapıdan çıkmak isterse bir daha açamayabilir. Böyle dönüşü olmayan bir yola girmemesi temenni edilir. Ancak İsrail bu temennileri gözardı ederek Türkiye ile her alanda çatışmaya niyetleniyor.

Artık insanlık, zulüm, kitlesel göçler ve katliamlarla karanlık çağlara yeni bir dönüşün eşiğindedir. Bu eşik İsrail’de yahudiler tarafından aşılmıştır. İnsanlık nasıl bir karara varacağı konusunda mütereddittir. Bu tereddüd Filistinlerin kaderini değil insanlığın kaderini belirleyecek bir ara dönemdir. Türkler, tarihin belli dönemleri dışında insanlığın vicdanı  olmadılar. Sanırım bu dönem geliyor. İnsanlığın vicdanı artık Türkiye’de atıyor, Türkiye yöneticileri tarafından dile geliyor. BM Filistin oylaması insanlığın vicdanı olan temsilcilerle, zulmün tam destekçilerini ortaya koyan bir oylama yapıyor.

Türkiye’nin insanlığın vicdanı olması, emperyal vizyondan çok daha hayırlı ve İlahi yardımın Türkiye üzerine  inmesi için  bir vesile olur inşaallah.

 


[1] E. Hoffler, Kesin İnançlılar, s.74, Tur Y. 3. Baskı. İst.1980
[2] Frederic Beigbeder, 4900, s.40, Doğan Y. İst.2001
[3] Mahmut Çetin, X İlişkiler, s.15, Edille Y. İst. 2000
[4] Füsun Akkoyun, Gestalt Terapi, s.43, Nobel Y. Ankara, 2001,
[5] Ana Britanica, Yahudilik maddesi
[6] İlter Türkmen, 13 Nisan 2002 tarihli Hürriyet Gazetesi

 

Mustafa Everdi'nin diğer yazıları için:

1- http://www.onaltiyildiz.com/haber.php?haber_id=861

2-http://www.onaltiyildiz.com/haber.php?haber_id=1025

 

 

 



Bu haber 4,963 defa okundu.


Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.




    En Çok Okunan Haberler


    ON ALTI YILDIZ'da Ara Internet'te Ara  

    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    7,310 µs